TÜRK ŞİİRİNDE NAZIM ŞEKİLLERİ VE TÜRLERİ

  1. HALK ŞİİRİ GELENEĞİ NAZIM BİÇİMLERİ VE TÜRLERİ

1. A. ANONİM HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ   

         VE TÜRLERİ

1. A. a. MANİ:  Mâni halk şirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizeden oluşur. Genellikle, birinci, ikinci ve dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize serbesttir. Yani “aaba” şeklindedir. Manilerde ilk iki dizeye “doldurma dize” denir. Bu dizeler uyak ve konu açısından hazırlık dizeleridir. Anlam bütünlüğü daha çok son iki dizede toplanır. Manilerde genellikle doğa, aşk, özlem vb. konular dile getirilir.

            Bahçenizde dut var mı—-a

       Havada bulut var mı—–a

       Ben yârimi kaybettim—-b

       Bulmaya umut var mı—a

            Maninin çeşitleri vardır. Dizelerinin tümü yedi heceden oluşan manilere düz mani; birinci dizesinin hece sayısı yedi heceden az olan manilere kesik mani; cinaslı kafiyeyle uyaklanan manilere cinaslı mani; dört dizeli manilere aynı uyakta başka dizeler eklenerek oluşturulan manilere artık mani veya yedekli mani de denir.

        Düz mani:                                          :         

      Le beni eyle beni——-a             

      Elekten ele beni——–a

      Alacaksan al artık—–b             

Düşürme dile beni—–a

Kesik mani -Cinaslı manii

Böyle bağlar       

Yar başın böyle bağlar

Gül açmaz bülbül ötmez

 Yıkılsın böyle bağlar

       Artık (yedekli) mani:

Ağlarım çağlar gibi————a

   Derdim var dağlar gibi——-a

  Ciğerden yaralıyım————b

  Gülerim sağlar gibi———–a

  Her gelen bir gül ister——–c

  Sahipsiz bağlar gibi———-a

            1. A. b.TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen, bir anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Türkü kıtaları, iki bölümden oluşur. Birinci bölüm, türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bölümdür. İkinci bölüm ise her kıtanın sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme bağlama veya kavuştak denir. Türküler, hece ölçüsünün her kalıbıyla söylenir. Genellikle yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları kullanılmıştır. Türkülerin konuları çok çeşitlidir.

            Çarşamba’yı sel aldı

       Bir yâr sevdim el aldı

       Keşke sevmez olaydım

       Elim koynumda kaldı

             Ah ne imiş ne imiş

             Kaderim böyle imiş

             Gizli sevda çekmesi

             Ateşten gömlek imiş

       Çarşamba yollarında

       Kelepçe kollarımda

       Allah canımı alsın

       O yârin kollarında

             Ah ne imiş ne imiş

             Kaderim böyle imiş

             Gizli sevda çekmesi

             Ateşten gömlek imiş

            ……

            1. A. c. NİNNİ: Annenin çocuğunu, kucağında salıncakta ya da beşikte uyutmak için kendine özgü bir besteyle söylediği basit sözlü türkülerdir. Ninnilerde anne, çocuğuna ilişkin isteklerini, iyi dileklerini, kendi, sevinç ve üzüntülerini yanık bir hava içinde anlatır.

       Dandini dandini dastana

       Danalar girmiş bostana

       Kov bostancı danayı

       Yemesin lahanayı 

       Lahanayı yemez kökünü yer

       Benim oğlum lokum şekeri yer

       Uyusun da büyüsün ninni

       Tıpış tıpış yürüsün ninni

1. B. ÂŞIK EDEBYATI NAZIM BİÇİMLERİ VE TÜRLERİ

      1.B.a. KOŞMA: Halk edebiyatı nazım biçimleri içinde en çok sevilen ve kullanılan koşmadır. Hece ölçüsünün 6+5 ya da 4+4+3 duraklı kalıbıyla yazılır. Bu kalıpların karışık olarak kullanıldığı koşmalar da vardır. Dörtlüklerden oluşur. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Uyak düzeni birinci dörtlüğün dışında bütün dörtlüklerde aynıdır. Uyak düzeni genellikle şöyle: baba- cccb – dddb…İlk dörtlüğün uyak düzeni xaxa  ya da bbba biçiminde de olabilir. Şair koşmanın son dörtlüğünde mahlasını söyler.  Koşma konularına göre dört gruba ayrılır:

  • Güzelleme: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın,at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan lirik şiirlerdir.

Yüce dağ başında duran g üzeler—-x

Ne parlaşırsınız kar gibi gibi——–a

Sizin sevdanıza düştüm düşeli——-x

Yanıyor yüreğim kor gibi gibi ——a

Akeline al kınalar yakarsın ——- b

Mor beliği kuluncuna dökersin—-b

Kaş altında melil melil bakarsın–b

Azıcık da gönlün var gibi gibi—–a

Her gelip geçeni âşık sanırsın————b

Aşık olsan ateşime ateşime yanarsın —-b

Her ne dersem yüzün öte dönersin——-b

Bir başka sevdiğin var gibi—————a   Karacaoğlan

  • Taşlama: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.

Eşeği saldım çayıra

Otlaya karnın doyura

Gördüğü düşü hayıra     

Yoranın da arvadını 

Iskatına oturanın

Dağdan tahta indirenin         

Hizmetini bitirenin

İmamın da arvadını

Münkir münafıkın soyu   

Yıktı harap etti köyü

Mezarına bir tas suyu   

Dökenin de arvadını

Müfsidin bir de gammazın

 Malı vardır da yemezin         

 İkisin meyyit namazın

  Kılanın da avradını

Derince kazın kuyusun

İnim inim inilesin

 Kefen dikmeye iğnesin

 Verenin de arvadını

Kazak Abdal söz söyledi

  Cümle halkı dahl eyledi

   Sorarlarsa kim söyledi

    Soranın da arvadını    (Kazak Abdal)

  • Koçaklama: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir. Halk şiirinde en güzel koçaklamalar Köroğlu’na aittir.

       Benden selam olsun Bolu Beyi’ne

       Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır

       Ok gıcırtısından kalkan sesinden

       Dağla sada verip seslenmelidir

             Düşman geldi tabur tabur dizildi

             Alnımıza kara yazı yazıldı

             Tüfek icad oldu mertlik bozuldu

             Eğri kılıç kında paslanmalıdır.

  • Ağıt: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir. Üzüntüyle birlikte ölenin iyilikleri de anlatılır. Özel bir ezgiyle söylenir.

           

           Civan da canına böyle kıyar mı

       Hasta başın taş yastığa koyar mı

       Ergen kıza beyaz bezler uyar mı

       Al giy allı balam şalların hani

       …

       1.B.b. SEMAÎ : Konuları, genellikle aşk ve doğadır. Özel bir ezgiyle söylenir. Uyak düzeni ve dörtlük sayısı koşmaya benzer. Bunlarda sekizli hece ölçüsü görülür. Dörtlük sayısı üç ilâ beş arasında değişir. Divan edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan semai ile karıştırılmamalıdır.

            İncecikten bir kar yağar

       Tozar Elif Elif diye

       Deli gönül abdal olmuş

       Gezer Elif Elif diye

             Elif’in uğru nakışlı

             Yavru balaban nakışlı

             Yayla çiçeği kokuşlu

             Kokar Elif Elif diye  (Karacaoğlan)

            1. B.c. VARSAĞI:  Biçimce semailere benzer. Konuları değişiktir. Yiğitlik, meydan okuyuş gibi konularda çokça söylenir. Bunlarda “hey!”, “bre!” gibi seslenişler görülür. Semailerden farklı bir ezgiyle söylenirler.

       Behey ela gözlü dilber

       Vaktin geçer demedim mi

       Harami olmuş gözlerin

       Beller keser demedim mi

             Bak şu kaşa bak şu göze

             Ciğer kebap oldu köze

             Yakasız gömlekler bize

             Felek biçer demedim mi  (Karacaoğlan)

                 …

  1. C. TEKKE EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ VE TÜRLERİ

1.C.a. İLAHÎ: Dinî-tasavvufî edebiyat da dediğimiz tekke edebiyatında, tanrıyı övmek ve ona yalvarmak için söylenen, tanrı  aşkının dile getirildiği, belli bir tarikata ait olmayan nazım biçimi ve türüdür. Özel bir ezgiyle söylenir. Değişik tarikatlara göre “nefes”, “deme” gibi adlar alır. Edebiyatımızda Yunus Emre, ilahileriyle tanınır.

     Aşkın aldı benden beni

   Bana seni gerek seni

   Ben yanarım dünü günü

   Bana seni gerek seni

          Ne varlığa sevinirim

          Ne yokluğa yerinirim

          Aşkın ile avunurum

          Bana seni gerek seni   (Yunus Emre)

          …

          1.C.b. NEFES: Bektaşi şairlerinin yazdıkları dinî-tasavvufî şiirlere denir. Genellikle vahdet-i vücut anlayışı kuramı anlatılır. Bunun yanı sıra Hz. Muhammed ve Hz. Ali için övgüler de söylenir. Nefeslerde, kalenderâne ve alaycı bir üslup dikkati çeker.

    Güzel âşık cevrimizi

Çekemezsin demedim mi

Bu bir rıza lokmasıdır

Yiyemezsin demedim mi

   Pir Sultan Abdal şahımız

   Hakk’a ulaşır yolumuz

   On iki imam katarımız

   Uyamazsın demedim mi (Pir Sultan Abdal)

  1. C.c. NUTUK: Tekke edebiyatında, tarikata yeni giren müritleri bilgilendirmek için söylenen şiir türüdür.

Evvel tevhid sürer mürşid dilinden

Erişir canına fazlı Huda’nın

Kurtulursun emarenin elinden

Erişir canına fazlı Huda’nın

     İkincide verir lafzatu’llahı

     Anda keşfederler sıfatu’llahı

     Hesanet yeter der eder günahı

     Erişir canına fazlı Huda’nın

  1. C. d. DEVRİYE:  Tekke edebiyatında, evrenin ve insanın tanrıdan çıkıp yeniden tanrıya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvuf şiirleridir.

      2.   DİVAN EDEBİYATI GELENEĞİ NAZIM ŞEKİLLERİ VE NAZIM TÜRLERİ

  • NAZIM ŞEKİLLERİ

   2. a) GAZEL:  Edebiyatımıza Arap edebiyatından girmiş şiir biçimidir. En az beş, en çok on be beyitten oluşur. Aruz ölçüsünün bütün çeşitleriyle yazılır. Uyak düzeni aa/ ba/ca /da… şeklindedir. İlk beytine matla (doğuş yeri), son beytine makta (kesme yeri), en güzel beytine beyt’ül gazel, şairin mahlasını söylediği beyte taç beyit denir. Kimi gazeller, beyitleri tam ortasından bölünüp, dörtlük biçimine getirilebilir. Bu tür gazellere “musammat gazel” adı verilir.

      Gazellerde genellikle beyitler arasında konu birliği yoktur. Beyitleri arasında konu birliği olan gazellere yek-ahenk; beyitlerinin her biri birbirinden güzel olan gazellere yek-avaz gazel adı verilir.

      Gazelde konu genellikle aşk, şarap ve kadın güzelliğidir. Didaktik (öğretici) gazeller de vardır.

   Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım—a

  Kurbanın olam var mı benim bunda günahım—a

  Âşıklığıma şâhid-i âdil mi değildir—————–b

     Evza-ı hazinemle garibane nigâhım—————a

  Memnun-ı vefa eyle gel keremimle————–c

  Yansın hased âteşlerine baht-ı siyâhım——–a

     Ey seng-dil etmez mi senin kalbine tesir——d

     Hârâları hâkister eden âteş-i âhım————–a

  Bir bağrı yanık âşık-ı mihnetzededir gel——e

     Ağlatma Nahifî kulunu cevr ile şâhım——–a       

                                  (NAHİFÎ)

2. b. KASİDE: Edebiyatımıza Arap edebiyatından girmiştir. Daha çok, varlıklı veya makam sahibi bir kişiyi överek bahşiş almak amacıyla yazılır. Uyaklanışı gazel gibidir (aa-ba-ca-da…). Genelde 33-99 beyit arasında değişen, belli bölümleri olan bir şiir biçimidir. Tam bir kaside altı bölümden oluşur.

  • Nesip ya da Teşbib Bölümü: Betimleme(tasvir) bölümüdür. Giriş niteliği taşıyan bu bölümde doğa, mevsimler, önemli bir ay, olay, yer vb. betimlenir. Kasideler çoğu kez bu bölüme göre adlandırılırlar (İstanbul Kasidesi, Su Kasidesi).
  • Girizgâh: Genellikle tek beyittir. Asıl amaca geçişi sağlar.
    • Methiye: Kasidenin en uzun bölümüdür. Burada bir devlet büyüğü (padişah, vezir) övülür.
    • Tegazzül: Kasidenin arasına girmiş, onunla aynı ölçü ve uyakta olan bir gazeldir. Şair böylece ustalığını gösterir.
    • Fahriye: Şairin kendini övdüğü bölüm olup kısadır.
    • Dua: Bu bölümde şair, övdüğü kişi ve bu kişinin yakınları için dua eder.

Gazelde olduğu gibi, kasidenin de ilk beytine matla, son beytine makta, şairin adının geçtiği beyte taç beyit  denir. Şairin adı, ya son ya da sondan bir önceki beyitte geçer. Kasidenin en güzel beytine beyt’ül-kasid adı verilir. Kasideler konularına göre tevhid, münacat, methiye gibi adlar alır.

    2.c. MESNEVİ:  Edebiyatımıza İran edebiyatından girmiştir. Gazel ve kasidenin ayrılan en belirgin yönü, aruzun kısa kalıplarıyla yazılması ve her beytinin kendi arasında uyaklı olmasıdır (aa-bb-cc-dd-ee…).  Bu nedenle uzun aşk hikayeleri ve dini hikayeler mesnevi biçiminde yazılmıştır. (Fuzuli- Leyla vü Mecnun, Süleyman Çelebi- Mevlid). Ayrıca beş mesnevinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan kitaba “hamse”denir.

    2. d. KIT’A: Tek konuyu işleyen iki beyitli nazım biçimidir. Uyak örgüsü genellikle xaxa şeklindedir. Yani sadece iki ve dördüncü mısraları birbiriyle uyaklıdır. Aruzun her kalıbı kullanılabilir. Beyitler arasında konu birliği vardır.

            Ey felek maksadın ülfet mi adavet mi nedir

       Yoksa ol mâh ile uşşaka felaket mi nedir

             Ermeden vuslata hicrana eriştik amma

            Anlasam bari bidayet mi nihayet mi nedir                                 (Şeyh Galip)

   2. e. MÜSTEZAD:  Gazelin dizelerinin yarımşar dizelerle arttırılmış biçimidir. Eklenen kısa dizelere “ziyade” adı verilir. Uzun dizeler ile kısa dizeler kendi aralarında gazel gibi uyaklanır.

            Bülbül yetişir bağrımı hûn etti figanım

                           Zapt eyle dehanın

       Hançer gibi deldi ciğerim tîğ-ı zebanın

                           Tesir-i lisânın     

(İzzet Molla)

                 …

  2. f. RUBAİ: İran edebiyatından alınmıştır. Dört dizelik bağımsız bir nazım biçimidir. Kendine özgü aruz ölçüsü kalıpları vardır. Uyak örgüsü aaba biçimindedir. Bu nazım biçimiyle genellikle tasavvuf ve felsefe konuları işlenir. Ömer Hayyam’ın rubaileri ünlüdür:

                        Geçmiş günü beyhude yere yâd etme

             Bir gelmemiş an için de feryad etme

             Geçmiş, gelecek masal bütün bunlar hep

             Eğlenmene bak, ömrünü berbad etme

 2.g. MURABBA: Her bendi dört dizeden oluşan dört bentlik bir nazım biçimidir. Uyak düzeni aaaa/ bbba/ ccca/ biçimindedir. Dördüncü dizeler tekrarlanabilir. Üç, beş, altı, yedi dörtlükle oluşturulan murabbalara da rastlanır. Bu nazım biçimiyle genellikle tasavvuf konuları işlenir.

Perişan-halin oldum sormadın hal-i perişanım———-a

Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermanım—-a

Ne dersin rüzgârım böyle mi geçsin güzel hanım ———–a

Gözüm canım efendim sevdiğim devletlü sultanım———a

Esir-i dam-ı aşkın olalı senden vefa görmen ——-b

Seni her kanda görsem ehl-i derde aşina görmen–b

Vefa vü aşinalık resmini senden reva görmen——b   

Gözüm canım efendim sevdiğim devletlü sultanım –a              

(FUZULİ)

   2. h. TUYUĞ:    Türkçe bir sözcüktür. Halk edebiyatındaki maninin divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Uyak örgüsü aaba biçimindedir. Kadı Burhaneddin’in tuyuğları ünlüdür. Tuyuğda belli bir düşünce veya görüş, özlü biçimde söylenir.

Dilberin işi itab u naz olur

             Çeşmi cadu gamzesi gammaz olur

             Ey gönül sabr et tahammül kıl ana

             Yare erişmek işi az az olur     

(Kadı Burhaneddin)

   2. ı. ŞARKI: Türk edebiyatından çıkmış bir nazım şeklidir. Bestelenmek için yazılır. En az iki en çok beş dörtlükten oluşur. Şarkı biçimini divan edebiyatına kazandıran Nedim’dir.  

      Kalbim yine üzgün seni andım da derinden

   Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

   Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden

   Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

 Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş

Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş

  Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş

  Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!   

                    (Yahya Kemal Beyatlı)

  2. j. TERKİB-İ BENT:  Beş ile on arasında değişen bentlerden kurulur. Her bent beş ile on arasında değişebilen beyitlerden oluşur. Bentler, “hane” ve “vasıta” beyitlerinden meydana gelir. Vasıta beytinde dizeler, kendi aralarında uyaklıdır. Bu biçime felsefi, tasavvufi düşüncelerin anlatımında başvurulur. Bu biçimle en çok mersiye yazılmıştır. Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’i en ünlülerindendir.

   2.k. TERCİ-İ BENT: Terkib- i bentten ayrılan en önemli yanı bentlerin sonundaki vasıta beytinin hiç değiştirilmeden yinelenmesidir. Bu durum konu bütünlüğünü gerektireceğinden, terci-i bentle yazmak daha zordur. Bu biçim daha çok dini konuların anlatımında kullanılmıştır.

NAZIM TÜRLERİ

1. TEVHİD: Tanrının büyüklüğünden, birliğinden, gücünün sonsuzluğundan söz eden şiir türüdür. Genellikle kaside nazım şekliyle yazılır. Bu türün en tanınmış şairi “Nabi”dir. Bu tür şiirler, konusu kutsal olduğundan divanların en başında yer alır.

2. MÜNACAAT: Tanrıya yalvarmak amacıyla yazılan şiir türüdür. Bu tür de genlikle kaside biçiminde yazılır.

 3. NAAT (NA’T): Peygamberi övmek, onun mucizelerini anlatmak için yazılan şiirlerdir. Divan şiirinde, Fuzuli’nin yazmış olduğu “Su Kasidesi” bu türün en tanınmış örneğidir.

4. MERSİYE: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü ve acıyı anlatmak için yazılan şiirlere denir. Bu nazım türünde, ayrıca ölen kişinin kahramanlıkları ve topluma karşı göstermiş olduğu yararlılıkları dile getirilir. Genellikle terkib-i bent biçiminde yazılan bu türün en tanınmış örneklerini Bakî ve Fuzulî vermişlerdir.

5. METHİYE: Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Bu tür de genellikle kaside şekliyle yazılır.

HİCVİYE: Bir kimseyi yermek amacıyla yazılan şiirlerdir. Divan edebiyatında bu türün ustası olarak Nef’i gösterilir.

EDEBİ SANATLAR (SÖZ VE ANLAM SANATLARI)

  • TEŞBİH (BENZETME)

Aralarında türlü yönlerden karşılaştırılarak benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden zayıf olanı, nitelikçe daha üstün olana (güçlü olana) benzetme sanatıdır. Ancak, sözcükler gerçek anlamda da kullanılabilir.

Bir benzetmede dört öğe bulunur:

Benzeyen: Başka bir şeye benzetilen varlıktır.

Kendisine Benzetilen: Nitelikçe daha güçlü olan varlıktır.

Benzetme Yönü: Benzetmenin hangi yönden yapıldığını anlatır.

Benzetme Edatı: Benzetmede benzerlik, eşitlik, karşılaştırma… İlişkisi kuran edatlardır. Bunlar, gibi, sanki, kadar, tıpkı… vb sözcüklerdir. Bu öğelerden ilk ikisi “temel”, son ikisi de “yardımcı” öğelerdir.

Tam (Ayrıntılı) Benzetme: Tam benzetmede öğelerin tamamı kullanılır.

Ali aslan gibi cesurdur.

Burada Ali, cesurluk yönünden aslana benzetilmiştir.

Bu tür benzetmeye ‘tam benzetme (teşbih)” denir.

Cennet     gibi    güzel   vatanımız

k.bztln     edat   b.yönü      bzyn

Teşbih-i Beliğ (Güzel benzetme): Benzetmenin temel öğeleriyle (benzeyen ve kendisine benzetilen) yapılır. “Benzetme yönü” ve “benzetme edatı” kullanılmaz.

 “Aslan asker”

“Cennet vatan”,

Altın başaklar”.

“Gördüm deniz dedikleri bir başlı ejderi”,

“Gider oldum kömür gözlüm elveda” gibi sözler dizeler birer “teşbih-i beliğ” (güzel benzetme) dir.

  • İSTİARE (Eğretileme)

Benzetmenin temel öğelerinden birinin (benzetilen ya da kendisine benzetilen) söylenmesiyle yapılan benzetmedir. Bir başka deyişle, bir sözün gerçek anlamını kaldırarak, benzerliği olan başka bir anlamı eğreti olarak verme, ödünç verme demektir.  Cesur insana “aslan”, kurnaz kimseye “tilki” demekle istiare yapılmış olur. İstiarenin başlıca üç türü vardır.

a) Açık istiare

Yalnız “kendisine benzetilen” kullanılarak yapılan benzetmedir.

Kurban olam kurban olam

Beşikte yatan kuzuya

Bu dizelerde, beşikte yatan bebek, kuzuya benzetilmiştir. Ancak benzetilen (bebek) söylenmemiş, kendisine benzetilen (kuzu) söylenerek “açık istiare” yapılmıştır.

Şakaklarıma kar mı yağdı? Ne var?

Bu dizede “ak saçlar”, “kar” a benzetilmiş, benzetilen (saç) söylenmemiş, yalnızca kendisine benzetilen (kar) söylenmiştir.

Uyarı: Açık istiarenin, divan ve halk şairlerince ortaklaşa kullanılan kalıplaşmış biçimlerine “mazmun” denir. Uzun boy için selvi, kaş için hilal, diş için inci, ağız için gonca sözleri birer mazmundur.

  • Kapalı İstiare

Yalnız “benzeyen” kullanılarak yapılan benzetmedir. Kapalı istiarelerde, “kendisine benzetilen” söylenmez.

“Kader ağlarını örüyor.” cümlesinde kader örümceğe benzetilmiştir. “ağlarını örmek” bir ipucu olarak verilmiştir.   Ancak örümcek, yani kendisine benzetilen söylenmemiştir. Böylece kapalı istiare yapılmıştır.

“Ufukta günün boynu büküldü.” Bu cümlede de “güneş” (benzeyen) insana benzetilmiş, ancak “insan (kendisine benzetilen) söylenmemiştir. Bu nedenle kapalı istiare yapılmıştır.

Uyarı: Kapalı istiarelerde, kişileştirme sanatı (teşhis) da yapılmaktadır. Çünkü bu söz sanatında, insan dışındaki varlıklar, insanların çok bilinen özelliklerine benzetilerek tanıtılmaktadır.

KODLAMA: Şöyle bir örnekle kodlayabilir ve bu dört sanatı birbirinden ayırabiliriz:

  • Aslan gibi cesur asker” bütün benzetme ögeleri olduğu için bir tam benzetmedir.
  • Aslan asker” sadece benzeyen ve kendisine benzetilenin olduğu bir teşbih-i beliğ, yani güzel benzetmedir.
  • Aslanlarımız sınırda boğuşuyorlardı.” cümlesinde “aslanlarımız” sözcüğü kendisine benzetilendir. Benzeyen sözcük olan aslan yer almıyor.  U nedenle bu bir açık istiaredir.
  • “Askerlerimiz birden kükredi.” cümlesinde “askerlerimiz”, benzeyen sözcüktür. “kükremek” sözcüğünden aslana benzetildikleri anlaşılıyor. Ama kendisine benzetilen aslan, cümlede yer almıyor. O nedenle de kapalı istiare yapılmıştır.
  • Kısacası:
  • Aslan gibi cesur asker…………………… ………….tam benzetmedir
  • Aslan asker……………………………………. ………….teşbih-i beliğ
  • Aslanlarımız sınırda boğuşuyorlardı.”……… açık istiaredir
  • “Askerlerimiz birden kükredi……………………. kapalı istiare
  • Temsili İstiare (Yaygın istiare)

Benzetmenin temel öğelerinden yalnız biriyle (benzeyen ya da kendisine benzetilen) yapılır. İlk bakışta sembolik şiire benzerse de, birbirine karıştırılmamalıdır. Temsili istiarede söylenmeyen öğenin temsil ettiği varlıklar ya da olaylar gerçektir. Sembolik şiirde ise yapılan benzetmeler hayalidir.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan,

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol.

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!

                                                      (Y.K.Beyatlı)

Yukarıda bir bölümü alınan “Sessiz gemi” şiirinde ölüm (benzeyen), gemiye (benzetilen) benzetilmiş bir dizi benzerlik yönleri sıralanmış: ancak “ölüm” (benzeyen) söylenmemiş, yalnız “sessiz gemi” anlatılarak şiir tamamlanmıştır.

  • MECAZ-I MÜRSEL (Ad Aktarması)

Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden, gerçek anlamı dışında başka bir sözcüğün yerine (Parça-bütün, iç-dış, neden-sonuç, yazar-yapıt, yer-insan, yer-olay gibi ilgiler kurularak) kullanma sanatıdır. Mecaz-ı Mürsel, dilimizde çok yaygındır. Günlük konuşmalarımızda, deyimlerimizde mecaz-ı mürsellere oldukça yer veriyoruz.

  1. Parça-Bütün ilişkisi: Ya bütün verilir parça kastedilir, ya da parça verilir bütün kastedilir.

Çatma, kurban olayım, çehren ey nazlı hilal” dizesinde hilal ayın ilk halidir. Bizim bayrağımızda yer alır. İşte bu dizede bayrağımızın bir parçası verilerek bütün olan “bayrak” kastedilmiştir.

Vapur, Beşiktaş’a yanaştı. (Beşiktaş iskelesine yanaştı) Parça-bütün ilişkisi kurulmuş.

Ağaç budandı.” cümlesinde de budanan ağaç değil ağacın dallarıdır. Burada da bütün olan “ağaç” verilerek parça olan “dal” kastedilmiştir.

  1. İç-Dış ilişkisi: Ya iç verilir dış kastedilir, ya da dış verilir iç kastedilir.

“Sobayı yaktım.” Cümlesinde soba verilmiş ama içindeki yakıt kastedilmiş.

“Temizlik yaptım, ayağını çıkararak gir.” Cümlesinde ayak verilmiş ama dıştaki ayakkabı kastedilmiş.

Sanatçı- Yapıt İlişkisi:  Bir sanatçı adı verilerek sanatçının eseri kastedilebilir.

“Müzeden bir Da Vinci çalınmış.” Cümlesinde çalınan Leonarda Da Vinci’nin tablosudur. Kastedilen tablodur.

Halit Ziya’yı okudun mu? (Halit Ziya’nın eserlerini okudun mu?)

  1. Yer- Yönetim,Kişi İlişkisi: Bir yer adı verilerek içindeki kişiler veya bir yönetim kastedilebilir.

“Stadyum ayağa kalktı.” cümlesinde stadyumun içindeki insanlar kastedilmektedir.

“Sabaha kadar mahalle uyumadı.” Kastedilen mahallenin içindeki insanlardır.

“Covid-19 salgınında İstanbul önlemini almıyor.” cümlesinde İstanbullular kastediliyor.

“Dünya Sağlık Örgütü Pekin’i uyardı.” Çin’in başkenti Pekin’dir. Burada kastedilen Çin Hükümetidir.

Sivas, mandayı kabul etmedi. (Sivas Kongresi üyeleri anlatılmak isteniyor.

  1. Neden-Sonuç İlişkisi: Bir şeyin sonucu verilir ama anlatılmak istenen sebebidir.

“Gökyüzü ölüm indiriyordu.” cümlesinde ölüm sonuçtur. Sebep ise bombalardır. Ölüm diyerek bomba kastedilmiştir.

“Tarlalara bereket yağdı.” Bereket sonuçtur. Sebep yağmurdur.

  1. Eşya-Kişi ilişkisi:  Burada bir nesne söylenip bir kişi, meslek grubu veya topluluk anlatılabilir.

“Ünlü raketler Avrupa’dan döndüler.” cümlesinde raket, tenisçileri ifade eden bir sözcüktür.

“Dünyaca ünlü imzalar kitap fuarında buluştu.”cümlesinde imza, yazarları ifade etmektedir.

  • KİNAYE

                Bir sözcüğün ya da sözün hem gerçek hem de mecaz anlamını düşündürecek biçimde birlikte kullanılmasıdır. Asıl geçerli olan mecaz anlamdır.

“Ey benim sarı tamburam

Sen ne için inilersin

İçim oyuk, derdim büyük

Ben onun’çün inilerim”

 Üçüncü dizedeki “içim oyuk” sözü hem gerçek (Tamburun içi yoktur), hem de mecaz (acılı,dertli) anlamlarıyla kullanıldığı için kinaye sanatı yapılmıştır.

“O adamın, her zaman kapısı açıktır.

 Burada, “kapısı açıktır” hem gerçek (hem gerçekten açıktır) hem mecaz (adamın konuksever olması) anlamda kullanıldığı için kinaye sanatı yapılmıştır.

“Nereden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar”

Bu dizelerde şairin bozulmuş bahçeler görmüş olması tabiidir. Mecaz anlamı ise şairin birçok kimse öldükten sonra yuvalarının dağılmış olması görmesidir.

  • TEŞHİS (Kişileştirme)

İnsan dışındaki varlıklara ya da kavramlara insan kişiliği kazandırma sanatına kişileştirme (teşhis) denir.

“Beni sevmezsen yağmurları sev
Bulutlar ağlasın,

 Sen gül,

 Güneş doğsun yeniden” Bu dizelerde bulutlara insana ait olan ağlamak özelliği yüklenmiştir. Yani bulutlar insan gibi ağlamaktadır. Buna teşhis denir.

“Yüce dağlar birbirine göz eder,

Rüzgâr ile mektuplaşır, naz eder,

İçmiş gibi geceyi bir yudumda

Göğün mağrur bakışlı bulutları”     Bu dizelerde dağ, rüzgar ve buluta insana ait özellikler yüklenmiştir.

UYARI: Bütün kişileştirmelerde kapalı istiare vardır. Çünkü bir şey insana benzetilir ve kendisine benzetilen insan cümlede yer almaz. Fakat her kapalı istiare kişileştirme değildir.

  •  İNTAK (Konuşturma) :

İnsanın konuşma yetisinin başka varlıklara aktarılmasına da intak (konuşturma) sanatı denir.

“Bülbül, “Senin nazını çekemem…” diyordu güle.”

Bu cümlede “bülbül”, hem “naz çekme” özelliği ile kişileştirilmiş, hem de insanlar gibi konuşturulmuştur. Burada kişileştirme konuşturma sanatı birlikte kullanılmıştır.

“Güğüm bir gün, testiye:

“Yola çıkalım” dedi.

Testi: “korkarım” dedi.

Evde kalmak istedi.” Bu dörtlükte de “kişileştirme” ve “konuşturma” sanatı vardır.

UYARI: Teşhis ve intak,  genellikle birlikte kullanılır. Her “kişileştirme” de konuşturma olmayabilir, fakat her “konuşturma” da mutlaka “kişileştirme” vardır. Özellikle fabllarda, hayvan öykülerinde masallarda sık sık bu sanata başvurulur.

  • TARİZ (İğneleme, söz dokundurma)

Söylenen sözün ya da kavramın, gerçek ya da mecaz anlamı dışında tamamen tersini anlatma sanatıdır. Bir başka deyişle, birini küçük düşürmek onunla alay etmek ya da iğnelemek için sözün ters söyleyerek amacımızı belirtmedir.

Örneğin; randevusuna geç kalmış kişiye “Aman ne kadar erken geldiniz!” diyerek onu iğnelemiş oluruz. Bir kişinin tembelliğini anlamak için de “ Bu ne çalışkanlık!” dersek “tariz” yapmış oluruz.

“Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden”  (Eşref)

Ters Öğüt Destanı

Bir yetim görünce döktür dişini,

Bozmaya çabala halkın işini

Günde yüz adamın vur ser leşini

Bir yaralı sarmak için yeltenme

Her nereye gidersen eyle talanı

Öyle yap ki ağlatasın güleni

Bir saatte ki ağlatasın güleni

El bir doğru söylerse inanma      

Bu dörtlükte şair, okuyucuya öğüt veriyor. Yetim hakkını yiyen, halkın işini bozan, çevresini kırıp geçiren, kimseye yardım etmeyen birisini öğütlüyor. Ancak, dikkat edilirse şairin asıl amacı bunların tam tersinin doğru olacağını anlatmaktır. Şair, bu dörtlükte söylenenlerin tersini anlatmak istiyor.

  • TENASÜP (uyum, uygunluk)

Anlamca birbirine uygun, birbiriyle ilişkili sözcüklerin bir arada kullanılması sanatıdır. Divan edebiyatında sıkça, halk edebiyatında da seyrek başvurulan bir söz sanatıdır.

Yine bahar geldi, bülbül sesinden

Sada verip seslendi mi yaylalar

Çevre yanın lale sümbül bürümüş

Gelin olup süslendin mi yaylalar

Bu dörtlükte kullanılan “bülbül, sada seslenme”, “bahar, bülbül, lale, sümbül” “gelin olma süslenme” sözcükleri anlamca birbiriyle ilgili olduğundan tenasüp sanatı yapılmıştır.

Deli eder insanı bu dünya

Bu gece, bu yıldızlar, bu koku

Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaçlar

Bu dizelerde de altı çizili sözcüklerle anlamca ilgi kurularak tenasüp yapılmıştır.

  • HÜSN-İ TALİL

“Salındı bağçaya girdi

Çiçekler selama durdu

Mor menekşe boyun eğdi,

Gül kızardı hicabından”

Güllerin kırmızı olması bir doğa olayıdır; ancak şair sevgilinin güzelliği karşısında güllerin utancından kıpkırmızı olduğuna bağlıyor.

“Sen gülünce güller açar Gülpembe” dizesinde güllerin açmasını sevgilinin gülmesine bağlıyor.

“Sen gelince bahar gelir.” Dizesinde de yine baharın gelmesini sevgilinin gelmesine bağlıyor.

Saksında ruhumun bütün yası var.

Derdimle soluyor açılan gonca.

Bu dizelerde, goncanın solması doğal bir olay olduğu halde, şair bunu goncanın yaslı olduğu, dert çekmesi nedenine bağlıyor. Bununla da “hüsn-i talil” yapmış oluyor.

Ey sevgili sen bu ilden gideli

Yaprak döktü ağaçlar, coştu gökyüzü

Bu dizelerde şair, ağaçların yapraklarını dökmesi doğal olduğu halde, bunun nedenini sevgilisinin gitmesine bağlayarak “hüsn-i talil” sanatı yapıyor.

Müzeyyen oldu reyahin bezendi bağ-ı çemen

Meğer ki haber geldi yardan bu gece

Müzeyyen : Süslenmk

Reyahın     : Reyhanlar

Bu dizelerde “sevgiliden haber geldiği için fesleğen çiçekleri süslendi, bahçenin çimenleri bezendi” demek isteniyor. Oysa sevgili bahçeye gelse de gelmese de çiçekler yine de açacaktır.

  • TEZAT (Zıtlık, karşıtlık)

                Anlamı güçlendirmek için karşıt kavramların özellikleri bir arada kullanılır. Zıt kavramlardan birinin gerçek, diğerinin ise mecaz anlamda kullanılmaktır.

Neden böyle düşman görünürsünüz

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Şair bu dizelerde “dost” ve “düşman” karşıt sözcüklerini bir arada kullanarak anlamı daha da güçlendirmiş: böylece “tezat” sanatı yapılmıştır.

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz

Bu dizede “ağlamak” ve “gülmek” karşıt sözcükleriyle “tezat” sanatı yapılmıştır.

Çın çın ötüyor sessizlik

Bu dizede de “sessizlik” ve “çın çın ötmek” karşıt sözleriyle “tezat” sanatı yapılmıştır.

  • LEFF -Ü NEŞR (Açma ve Yayma)

Birkaç şeyi söyledikten sonra, onlarla ilgili kavramları bir cümle ya da manzumede belli düzenlerle sıra gözeterek anlatma sanatıdır. Kısacası, dizelerde ya da yazıda bir tür söz simetrisi yapmaktır.

Bahçıvan güller ekmiş

Dikeniyle bahçeye

Burada bahçıvan 2. dizedeki bahçe ile ilgilidir.

Gül sözcüğü de 2. dizedeki diken ile ilgilidir.

Dolayısıyla bir leff-ü neşr sanatı yapılmıştır.

İlk bakışta tenasüp sanatına benzerse de şekil kullanış bakımından farklıdır. Tenasüpte sözcükler gelişi güzel sıralanır. Leff-ü Neşrde birbirine denk düşürülen sözcükler belli bir sıraya göre düzenlenir.

“Baran değil, şafak değil, ebr-i seher değil

Gözyaşıdır, ciğer kanıdır dud-i ahtır” burada da anlamca ilgili sözcükler alt alta getirilerek leff ü neşr yapılmıştır.

  • TELMİH (Çağrışım, anıştırma)

Herkesçe bilinen geçmişteki bir olayı, efsaneyi, çağrıştırma, anımsatma sanatıdır. Bir sözün telmih olduğunu anlayabilmek için, çağrıştırılan olay, durum ve kişi hakkında bir bilgiye sahip olmalıyız.

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu

Kerem’in sazına cevap veren bu

Kuruyan gözlere yaş gösteren bu

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi

Bu dörtlükte şair, “Aslı ve Kerem” sözleriyle ünlü “Kerem ve Aslı” adlı aşk hikâyesini çağrıştırmaktadır.

Gökyüzünde İsa ile

Tur dağında Musa ile

Elindeki ki asa ile

Çağırayım Mevlam seni

Yunus Emre bu dörtlüğünde de Hz. İsa’nın göğe çıkış inancını, Hz. Musa’nın Tur Dağı’nda Tanrı ile konuştuğu inancını ve Hz. Musa’nın asa ile gösterdiği mucizeleri telmih etmiştir.

Son olarak daha akılda kalması için şu popüler şarkının sözünü örnek verelim:

“İki yalnız bir doğru edebilirdik.

Şimdi farklı şiirlerde yaşar gibiyiz.

Ben Mecnun, sen Şirin; tesadüf değil.

Biz bize kurulmuş tuzak gibiyiz.” Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin hikâyelerine gönderme yapılmıştır.

  • MÜBALAĞA (Abartma)

Bir varlığı, olayı ya da düşünceyi olduğundan çük daha büyük (ya da küçük) gösterme sanatıdır. Mübalağa, günlük yaşamda sıkça başvurulan bir anlatım yoludur. Mizah (gülmece) yazarları, insanları kusurlu yanlarını belli bir abartma ölçüsüyle ortaya koyarlar.

“Sekizimiz odun çeker

Dokuzumuz ateş yakar

Kaz kaldırmış başın bakar

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.”

Kaygusuz Abdal’ın bu dörtlüğünde, sekiz kişinin ateş yakmasına karşın kazın pişmeyişi abartmalı bir biçimde anlatılarak mübalağa sanatı yapılmaktadır.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,

O ne müthiş tipidir. Savrulur enkaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak,el, ayak

Boşanır sırtlara, vadilere sağnak, sağnak!

Bu dizelerde anlatılanlar abartıdır. Burada da mübalağa sanatı vardır.

  • TEKRİR (Tekrar, Yineleme)

Söze güç kazandırmak için, belli sözcüklerin düzyazıda ya da şiirde yineleme sanatıdır.

Vur, aşkın ve Hakk’ın zaferi için

Vur, senden bak dünya bunu istiyor;

Bu dizelerde, “Vur” sözcükleri yinelenerek “vurmak” eylemi anlamca güçlendirilmiş, tekrir sanatı yapılmıştır.

Dedim inci nedir dedi dişimdir

Dedim kalem nedir dedi kaşımdır

Dedim on beş nedir dedi yaşımdır

Dedim daha var mı dedi ki yok yok

Bu dizelerde “dedim, dedi” sözcükleriyle tekrir sanatı yapılmıştır.

Kaldırımlar ıstırap çekenlerin annesi

Kaldırımlar içimde yaşamış bir insandır

Kaldırımlar duyurur sükûn içinde seni

Kaldırımlar içimde uzayan bir lisandır. Bu dizelerde de “kaldırımlar” sözcüğü tekrar etmiştir.

  • NİDA (seslenme)

Söze söyleyişle (nazım ve nesirde) coşku katmak için ünlem görevli sözcükleri sıkça kullanmaktır. İlk bakışta tekrir sanatına benziyor olsa da işlevsel olarak tamamen farklıdır.  Nidada yalnız ünlem ve seslenme sözcükleri kullanır. Tekrirde ise her sözcük kullanılabilir.

“Sen ey Kars’lar, Antep’ler, Erzurum’lar, Maraş’lar

Dördünden bir ikisi şehit düşen kardaşlar

Ey zeybekler, seymenler, dadaşlar diyarı hey!”  Bu dizelerde “ey”ve “hey”, nidadır.

Bre ağalar bre beyler

Ölmeden bir dem sürelim

Gözümüze kara toprak

Dolmadan bir dem sürelim”  Karacaoğlan’ın bu dizelerinde de “bre” sözcükleri nidadır.

  • İSTİFHAM (Soru sanatı)

Duygu ve düşüncelerin daha etkili olabilmesi için soru biçiminde anlatımdan yararlanma sanatıdır. Amaç soru sormak değil, okuyucunun dikkatini devamlı kılmaktır. İlk bakışta tecahül-i arif sanatına benzerse de birbirinden apayrı sanattır.

“Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı

Felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı” (Fuzuli)

“Benim de mi düşüncelerim olacaktı

Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,

Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?” (Orhan Veli)

“Kar mı yağdı güvendiğin dağlara

Seni de bir türlü umdurmadı mı kader

Üzme kendini her şeye rağmen

Dünya yaşanmaya değer

Bu yerler bu âlem her şeyden yoksun

Sana sesleniyorum duyuyor musun” (İlhan Geçer)

  • TERDİD (Beklenmezlik)

Bir olayı, bir düşünceyi beklenmedik bir biçimde sonuçlandırarak okuyucuyu şaşırtmayı amaçlayan bir sanattır.

Dişin mi ağrıyor?

Çek kurtul

Başınmı ağrıyor?

Bir çeyreğe iki aspirin

Verem misin?

Üzülme onunda çaresi var

Ölür gidersin!

“Doğdu Ümit Yaşar

Yaşadı Ümit Yaşar

Öldü Ümit Yaşar

İlahi Ümit Yaşar” (Ümit Yaşar Oğuzcan)

  • AKİS

Cümle ya da dizedeki söz sırasının bir öncekinin tersi olarak düzenlenip tekrarlama sanatıdır.

“Yaşamak için yemeli

Yemek için yaşamamalı”

İzmrin denizi kız, kızı deniz

Sokakları hem kız, hem deniz kokar…

  • CİNAS

Sesleri aynı, anlamları farklı sözleri bir arada kullanma sanatıdır. Yani sesteş sözcüklerin ayrı ayrı anlamlarda kullanılmasıdır. Cinaslı sözcükler daha çok manilerde kullanılır.

Al beni, ele beni

Kül edip ele beni.

Seveceksen kendin sev

Sevdirme ele beni.

“Beni kül edip elekte ele”  ve “Beni ele (başkasına) sevdirme.” diyerek ele sözcüğünü iki ayrı anlamda kullanarak cinas yapmıştır.

“Her nefeste eyledik yüz bin günah

Bir günaha etmedik hiçbir gün ah” Bu beyitte “günah ve gün ah” sözcükleri cinaslıdır.

 Kalem böyle çalınmıştır yazıma

Yazım kışa uymaz, kışım yazıma (kader ve yaz mevsimi olarak cinaslı kullanılmış)

  • SECİ (İç Uyak)

Düzyazı cümleleri içinde ya da sonlarında yapılan uyaklara seci denir. Divan edebiyatının süslü düzyazı örneklerinde secilere bolca rastlanır.

  • İRSAL-I MESEL (Örnekleme)

Şiir ya da düzyazıda, konuya uygun düşen atasözlerinin kullanılmasıdır. Böylece düşüncenin daha da inandırıcı olması sağlanır.

Dünyada ahrete gidip gelmemek

Olmasa iktiza eder ölmemek

“Balık baştan kokar”, bunu bilmemek

Seyrani gafilin ahmaklığından

Bu dörtlükte, 3. dizede “balık baştan kokar”, atasözü dörtlüğe uygun biçimde söylenmiş ve irsal-i Mesel sanatı yapılmıştır.

  • TECAHÜL-İ ARİF (BİLMEMEZLİKTEN GELME)

Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmadır.

Şairin çok iyi bildiği bir şeyi bilmiyor görünerek söz söylemesidir.

« Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz.» Şair burada  yüzün kendisine ait olduğunu bildiği halde bilmezden geliyor.

«Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer? 

 Geç fark ettim taşın sert olduğunu.» Bu dizelerde de suların yanmadığını, gün batımında her yerin kırmızı bir renk aldığını biliyor.

  • TEVRİYE (İki Anlamlılık):

Birden çok gerçek anlamı olan bir sözü herkesçe bilinen (yakın) anlamında değil de uzak anlamını kastederek kullanmaya denir. Tevriyede mecaz yoktur. Kinayeden farkı budur.

Bu kadar letafet çünkü sende var,

Beyaz gerdanında bir de ben gerek. 

(Vücuttaki kabartı söylenmiş, kişi kastedilmiş.)

Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş. 

(Sonsuz anlamında söylenmiş, şair Baki kastedilmiş.)

Ben yârime gül demem, yârim bana gülmedi.

( «Gül» sözcüğü hem bir çiçek hem de eylem anlamında kullanılmıştır.)

Beyefendi ailenin güneşi, sen de ayısın. («Ayısın» sözcüğü hem ay hem de hakaret anlamında kullanılmıştır.)

Tahir Efendi bize kelp demiş

İltifatı bu sözde zahirdir

Maliki mezhebim benim zira

İtikadımca kelp tahirdir.    

( Tahir sözcüğü hem özel isim hem de temiz anlamında kullanılmıştır.)

ŞİİRDE AHENK VE RİTİM

  1. Ölçü (Vezin): Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.

Türk edebiyatında üç çeşit ölçü kullanılmıştır: hece ölçüsü, aruz ölçüsü ve serbest ölçü.

a.   Hece Ölçüsü: Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Bu ölçü Türklerin milli ölçüsüdür. Özellikle İslamiyet öncesi dönem ile halk edebiyatında kullanılan ölçüdür.  Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur. Durulan bu yerlere “durak” denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.

“Be-ni- ka-ra-/ di-ye- yer-me………………………..4+4= 8’li hece ölçüsü

Mevlâ’m yaratmış, hor görme

Ala göze siyah sürme

Çekilir, kara değil mi”

b.  Aruz Ölçüsü:

  • Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.
  • Kısa heceler nokta (.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
  • Arap ve fars edebiyatından alınmıştır. Divan edebiyatı, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati edebiyatlarında kullanılmıştır.
  • Son hece her zaman uzun okunur. Uzun, yani kapalı hecedir.
  • Hece uzun ünlü ile bitiyorsa hece yine uzun sayılır, yani kapalıdır.
  • Aruz ölçüsüyle yazılmış bir şiirdeki ölçüyü belirleyebilmek için şiiri oluşturan hecelerin (.) veya (-) işaretiyle gösterilmesine ve kalıplarının bulunmasına “takti” denir. Takti, ölçünün parçalarını belirlemeyle ilgilidir. Takti, hece ölçüsündeki durağa benzer.
  • Takti, hece ölçüsündekinden farklı olarak kelimenin sonunda değil de kelimenin ortasında da olabilir.
  • Türkçede uzun sesler olmadığı için, daha doğru bir deyişle aruz ölçüsü Türkçeye uygun olmadığı için bazı kusurlar oluşmuştur. Bu aruz kusurları med, imale, zihaf gibi terimlerle ifade edilmiştir.
  •  İmale (çekme, uzatma): Kısa olan bazı hecelerin ölçüye uydurulması için uzun okunmasına denir.
  •  Zihaf: İmalenin tersidir. Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okumaya denir.
  •  Med: Aruzda ritim denen iç ahengi sağlamak amacıyla iki heceyi bir hece durumuna getirmek. Yani bir tam sesi bir buçuk sese yükseltmektir. Med, her zaman bir uzun hece ve onu takip eden kısa hece arasında yapılır. Yani med, iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaktır.
  •  Vasl: Kapalı bir heceyi açık hâle getirmek için, son hecesi ünsüz bir harfle biten bir sözcüğün, kendinden sonra gelen ve ilk hecesi ünlü olan sözcüğe kendiliğinden bağlanması ve iki sözcüğün tek sözcük gibi okunmasıdır. Ulama aslında bir kusur sayılmaz, çünkü şiirdeki musikiyi artırır.

“Di di gör düm / ol ha bî bin / â ne si

   .   .    _       _    /   _   .   _   _    /    _   .    _

Bir a cep nur / kim gü neş per / vâ ne si/”

_     .  _    _     /_      .      _    _    /   _    .    _

Fâ  İ   lâ  tun  / Fâ  İ   lâ  tun  /    fâ    İ     lün—————kalıbıyla yazılmıştır.  

c.   Serbest Ölçü: Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz. Serbest ölçü aslında ölçüsüzlüktür. Cumhuriyet dönemi edebiyatında kullanılmış ve kullanılmaktadır.

ÖRNEK 1:

“Gözlerin gözlerime değince

Felaketim olurdu ağlardım

Beni sevmiyordun bilirdim

Bir sevdiğin vardı duyardım

Çöp gibi bir oğlan ipince

Hayırsızın biriydi fikrimce” (Attila İlhan)

ÖRNEK 2:

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,

Dünyanın en güzel sesinden

En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…

Fakat artık ümit yetmiyor bana,

Ben artık şarkı dinlemek değil,

Şarkı söylemek istiyorum.  (Nazım Hikmet Ran)

  • KAFİYE (UYAK) ve REDİF

 Şiirde dize sonlarında ses veya sözcük tekrarlarıyla sağlanmaya çalışan ahenge uyak denir. Kafiye tarih boyunca şiirin vazgeçilmez ahenk öğelerinden olmuştur. Şiire hem estetik katar hem de şiirin daha kolay ezberlenmesini, akılda kalmasını sağlar. Bundan başka bir duygu veya düşünceyi zihinlerde iz bırakacak şekilde vurgulamamıza yardım eder.

a)     Redif: Şiirde dize sonlarında yer alan aynı işlevdeki ek, sözcük, sözcük grubu hatta dize benzerliğidir. Uyaktan ayrı bir başlık altında da verilebilir. Redifte eklerin ünlü veya ünsüz uyumlarına göre değişmesi, aynı işlevdeki eklerin redif olarak alınmasını değiştirmez. Yani”-di” geçmiş zaman eki, ses uyumuna göre “-tı,-t,-tu,-tü…”olsa da redif kabul edilir. Yani “var-dı” ve “git-ti” ile biten iki dizede –“dı ve –ti” ekleri redif olarak kabul edilir. Bu durum sadece redif için geçerlidir. Uyak ararken örneğin ı ve i sesleri ortak uyak olarak kabul edilmez.

Derinden derine ırmaklar ağlar

Uzaktan uzağ-a çoban çeşmesi.

Ey suyun sesinden anlayan bağlar

Ne söyler şu dağ-a çoban çeşmesi?

 Yukarıdaki dörtlükte “çoban çeşmesi” tekrar edilmektedir. Ayrıca dağ-a ve uzağ-a sözcüklerindeki “a” sesi ise her ikisinde de ismin yönelme hal ekidir. Yani işlev benzerliği vardır. Bu nedenle “–a çoban çeşmesi” rediftir.

Dört yana bak-tım da geldim

Köprüleri at-tım da geldim ———– Bu dizelerdeki görülen geçmiş zaman –tı, birinci tekil kişi eki –m,    

de bağlacı ile geldim çekimli fiili aynı işlevde kullanıldığı için iki dizede de “–tım geldim” rediftir.

b)  Yarım uyak: Dize sonlarındaki tek ses benzerliğidir. Aşağıdaki dizelerde aynı işlevde olan “gelir turnalar” rediftir. Rediften önceki sözcüklerdeki tek ses tekrarı “ş” sesidir. Bu da yarım uyaktır.

Katar katar olmu-ş    gelir turnalar

Eğrim eğrim ne ho-ş  gelir turnalar

gelir turnalar ——–redif

-ş sesi yarım uyaktır.

****************

Yiğit kendini ö-ğ-ende

Oklar menzilin dö-ğ-ende

Şeşper kalkana de-ğ-ende

Kalkan gümbür gümbürlenir

Yukarıdaki dörtlükte “-ende” ekleri “-diğinde”, “diği zaman” anlamında bir zarf-fiil ekidir. O nedenle rediftir. Geriye kalan “ğ” sesi üç dizede de ortaktır. O nedenle “ğ” sesi yarım uyaktır.

c)   Tam uyak: Dize sonlarındaki iki ses benzerliğidir.

Bursa’da bir eski cami avlu-su

Mermer şadırvanda şakırdayan -su ———-tam uyak

*******

Tarihin dilinden düşmez bu dest-an

Nehirler gazidir, dağlar karham-an.———-tam uyak

*******

Ben kocadım sen genc-el-din

Başa bela nerden g-el -din

Kâhi indin kâh yüks-el-din

Şimdi oldun turna gönül

-din eki rediftir. –el sesleri ise tam uyaktır.

*******

Güzelliğin on par’etmez

Şu bendeki a-şk olmasa

Eğlenecek yer bulaman

Gönlümdeki kö-şk olmasa ——-redif

“Olmasa” sözcüğü rediftir.

-şk sesleri tam uyaktır.

*******

Bahçelerde s-az olur

Gül açılır y-az olur

Ben yârime gül demem

Gülün ömrü az olur

olur” redif, -az sesleri de tam uyaktır.

d)  Zengin uyak: Dize sonlarındaki üç ve daha fazla ses tekrarlarına denir.

O gül endam bir al şale b-ürü-nsün yürüsün

Ucu gönlüm gibi ardınca s-ürü-nsün yürüsün——–redif

“-nsün yürüsün” redif

“-ürü “ sesleri zengin uyak

*********

Sefa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim

Vefa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim

“-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim”——redif

“-efa” sesleri zengin uyak

e)  Tunç uyak: Aslında bir zengin uyak çeşididir. Bu uyakta en az üç ses benzerliği olan sözcüklerden biri diğerinin içindedir.

Yollara Kürşatlar uzanmış, ölü.

Ağlasın ak ülke, ağlasın süt g-ölü. ——-tunç uyak

******

Gaiplerden bir ses geldi: Bu a-dam

Gezdirsin boşluğu ense kö-künde

Ve uçtu tepemden birdenbire dam——-tunç uyak

Gök devrildi, künde üstüne künde——–tunç uyak

f)   Cinaslı uyak:  Yazılışları aynı ama anlamları farklı sözcüklerin oluşturduğu uyak çeşididir.

Niçin kondun a bülbül

Kapımdaki asmaya?——–asma ağacı

Ben yârimden ayrılmam

Götürseler asmaya——–idam etmek

Böylece “asmaya” sözcükleri cinaslı uyak oluyor.

  • ASONANS VE ALİTERASYON
  • Asonans bir dizede aynı sesli harfin tekrarıyla oluşan ahenktir.
  • Aliterasyon ise aynı sessiz harfin tekrarıyla oluşan ahenktir.

Erdi yine ürdi behişt oldu hava amber sirişt

Âlem behişt ender behişt her guşe bir bağ-ı irem ( Nefi )

(Yine nisan ayı geldi, hava amber kokulu oldu; dünya cennet içinde cennet gibidir.)

Bu dizelerde işlenen temaya uygun olarak “r, ş” sessizlerinin bulunduğu sözcükler seçilmiş, aliterasyona örnektir.

Evc-i hevada siyt-i çekaçak-ı tiğden

Avaz ü ra’d ü saika reh güm-künan olur

Yukarıdaki dizlerde de a ve e sesleri tekrar edilerek asonans yapılmıştır.

Nazım Hikmet “Makinalaşmak” şiirinde şöyle der:

Trrrrum

Trrrrum

Trrrrum!

Trak tiki tak

Makinalaşmak

İstiyorum!    

Burada da adeta makine sesi iştilir. T ve r sesleriyle aliterasyon yapılmıştır.

Kara koyun kuzular kuzulamaz

Me deme

Kara koyunun kuzusu, kınalı kuzum

Görür görmez yüzünü, bekle azıcık

Meme deme—————-k,z ile aliterasyon;u ile de asonans yapılmıştır.

“Dest-busu arzusuyle ölürsem dostlar

Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su” dizelerinde Fuzuli “s” sesiyle suyun akışını hissettirmek istemiştir.

KAFİYE (UYAK) ŞEMASI

Dize sonlarındaki uyak ve rediflerin gruplandırılmasıyla oluşan şemalardır. “a” sesinden başlayarak harflendirilir. Aynı uyağa sahip olan dizelere sembolik olarak aynı harf verilir.

  1. DÜZ UYAK: Bütün dizelerin veya ilk üç dizenin birbiriyle uyaklanmasına denir. “aaaa”veya “aaab” şeklinde gösterilir.

“Dadaloğlu’m birgün kavga kur-ulur,——————a

Öter tüfek davlumbazlar vur-ulur.——————–a

Nice koçyiğitler yere ser-ilir,————————-a

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. ———————-b

(Dadaloğlu)”

Yukarıdaki dörtlükte  “–ulur ve –ilir” ekleri redif, “-r” sesi ise üçünde de yarım uyaktır. Buna dayanarak aynı uyaklı dizelere aynı harf verilir. Diğer dizeye ise sonra gelen ilk harf verilir. Yukarıdaki dörtlüğün uyak şeması “a-a-a-b” şeklindedir. Yani düz uyaktır. Yukarıda da görüldüğü gibi ok aşağıya dümdüz iniyor.

  • MANİ TİPİ UYAK: Bir düz uyak çeşidi olarak da kabul edilebilir. 1,2 ve 4. dizeler kendi aralarında 3. dize de ayrı şekilde uyaklanır. Uyak şeması aaba veya aaxa şeklinde olabilir.

Bahçelerde d-ut var mı

Havada bul-ut var mı

Ben yârimi kaybettim

Bulmaya um-ut var mı

Yukarıdaki dörtlükte “var” sözcüğü ile “mı”soru eki aynı işlevde kullanıldığı için redif; u ve t sesleri ise üç dizede de tekrar ettiği için iki ses benzerliği olduğundan tam uyaktır. O halde aynı redif ve uyaklara sahip dizelere aynı harfi verirsek uyak şeması aaxa şeklinde olur. Yani mani tipi uyaktır.

  • ÇAPRAZ UYAK: Birinci ve üçünce dizeler ile ikinci ve dördüncü dizenin kendi aralarında uyaklandığı şemadır. Yani abab şeklinde gösterilebilir.

Evvel tevhid sürer mürşid dilinden ……..a

Erişir canına fazlı Huda’nın…………………b

Kurtulursun emarenin elinden…………….a

Erişir canına fazlı Huda’nın………………….b

Verilen dörtlükte ilk önce 1 ve 3. dizelerin redif ve uyaklarını inceleyelim. “inden” ekleri  -i tamlanan eki ,-n kaynaştırma sesi,-den ayrılma hal ekinden oluşmuştur. İki dizede de aynı işlev olduğundan redif olurlar. Geriye kalan ortak ses olan “l” ise yarım uyaktır.

               2. ve 4. dizelerde ise “erişir canına fazlı Huda’nın” dizesi olduğu gibi tekrar ediyor ve aynı anlamda kullanılmış. Bu nedenle dizenin tümüne redif deriz.

               Böylece dizeleri ortak redif ve uyaklara göre sembolleştirirsek “abab” şeklinde çaprak uyak şeması ortaya çıkar.

  • SARMAL (SARMA) UYAK:  1.ve4. ile 2.ve 3. Dizlerin kendi aralarına uyaklanmasıdır. “abba” şeklinde gösterilir.

Yavuz Sultan Selim Han’ın önünde…………..a

Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı……………………b

Bu yüksek tepeye dikti bu taşı……………………b

O yüce hünkârın mutlu gününde…………a

Dörtlükteki 1.ve4. dizeleri inceleyelim. –ü tamlanan eki, -n kaynaştırma sesi ve –de durum hal eki vardır. İki dizede de bunlar, aynı işlev ve aynı anlamdadır. Bu nedenle rediftir. Geriye kalan ortak ses olan “n” ise yarım uyaktır.

               2.ve3. dizeler ise ortak işlevde herhangi ek veya sözcük bulunmadığı için sözcükler ek bile almış olsa onları tek sözcük gibi kabul eder ve ortak sesleri uyak olarak alırız. “–aşı” sesleri zengin uyaktır.

               Sonuçta uyak şeması abba şeklinde gösterilebilir.

ŞİİRDE YAPI

  1. Nazım Birimi: Şiiri oluşturan mısra kümelerine nazım birimi denir. Dörtlük,bend,beyit...
  1. Mısra (Dize): Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir. Şiirin her bir satırına da mısra denir.

                “Ben sana mecburum, sen yoksun” (Attila İlhan)

  • Beyit (İkilik): Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir. Daha çok divan edebiyatında kullanılmıştır.

“Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım

Kurbanın olam var mı benim bunda günahım” (Nahifi)

“Aşk derdiyle hôşem el çek ilâcumdan tabîb

Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur” (Fuzuli)

  • Dörtlük: Dört dizeden oluşmuş, aynı ölçü ve anlam bütünlüğüne sahip nazım birimidir. Daha çok halk edebiyatında kullanılmıştır.

“Bana kara diyen dilber

Gözlerin kara değil mi

Yüzünü sevdiren gelin

Kaşların kara değil mi” (Karacaoğlan)

  • Bent: Ölçülü ve anlamlı, birbirine bağlı ikiden fazla dizeden oluşan nazım birimidir. Şiirin her bir bölümüdür. Bendin mısra sayısı değişebilir.

“Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümâyân,

Güller gibi… sonsuz, iri güller

Güller ki kamıştan daha nâlân;

Gün doğdu yazık arkalarında! (Ahmet Haşim)

  • Nazım Biçimi: Şiirlerin ölçü, nazım birimi, ahenk özelliklerine göre aldığı adlardır. Divan şiirinde gazel, kaside, mesnevi; halk şiirinde koşma, ilahi, türkü, mani; çağdaş edebiyatta sone, terzarima nazım biçimine birer örnektir. Bunları “Türk Edebiyatında Kullanılan Nazım Biçimleri ve Türleri” başlığında bulabilirsiniz.

ŞİİR TÜRLERİ

1.   Lirik Şiir

Duygu ve düşüncelerin coşkulu bir dille anlatan şiire lirik şiir denir. Lirik şiirler insan yüreğine seslenen, okunduğunda insanı duygulandıran, coşkulandıran şiirlerdir.

Örnek-1

Ne zaman seni düşünsem

Bir ceylan su içmeye iner

Çayırları büyürken görürüm

Her akşam seninle

Yeşil bir zeytin tanesi

Bir parça mavi deniz

Alır beni

Seni düşündükçe

Gül dikiyorum elimin değdiği yere

Atlara su veriyorum

Daha bir seviyorum dağları ( İlhan BERK)

Örnek-2

Karadutum, çatal karam, çingenem

Nar tanem, nur tanem, bir tanem,

Ağaç isem dalımsın salkım saçak

Petek isem balımsın oğulum

Günahımsın vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan

Yoluna bir can koyduğum,

Gökte ararken yerde bulduğum

Karadutum, çatal karam çingenem

Daha nem olacaktın bir tanem? (Bedri Rahmi EYÜBOĞLU)

2. Pastoral Şiir

Çoban ve kır yaşamını, doğa güzelliklerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir. Türk edebiyatının ilk pastoral şiiri Abdülhak Hamit Tarhan’ın yazdığı “Sahra” adlı eserdir.

Pastoral şiirin iki biçimi vardır: idil ve eglog

İdil, bir çobanın ağzından yazılıp kır yaşamının çekiciliğini, güzelliğini anlatan, çoban aşkını yansıtan şiirlerdir.

Eglog ise birkaç çobanın karşılıklı konuşmaları şeklinde oluşturulan aşk, kır yaşamı üzerine yazılan pastoral şiirlerdir. Eglog, Türk edebiyatında hemen hiç kullanılmamıştır.

Örnek-1

Avludan geçtiğini gördü gelinin

Suya gidiyordu öğle güneşinde

Ardında bebesi yalınayak

Geride Karabaş

Tozlu yoldan

Söğütlerin oradaki çeşmeye

Yalağında bulutlar yıkanan çeşmeye (Oktay RIFAT)

Örnek-2

Gümüş bir dumanla kapandı her yer

Yer ve gök bu akşam yayla dumanı

Sürüler, çeşmeler, sarı çiçekler

Beyaz kar, yeşil çam, yayla dumanı ( Ömer Bedrettin UŞAKLI)

3. Epik Şiir

Epik sözcüğü, Yunancada destan anlamındaki epope’ den gelmektedir. Yazının bulunuşundan önceki dönemlerde ulusların hayatında derin izler bırakan tarihsel olayları dile getiren destanlar epik şiir sayılır. Epik şiirlerde yiğitlik, kahramanlık, savaş, temaları işlenir. Her epope ( destan) ya da epik şiirlerde tarihsel bir gerçek vardır. Epik şiir bu gerçekten kaynaklanır. Epik şiirlerin çoğu, okuyucuyu coşkulandırdığı için lirik özellikler de taşır.

Örnek-1

Durduk, süngü takmış kâfir ayakta

Bizde süngü yok

Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden

Dehşetten daha çok

Durduk, süngüsü düşmanın pırıl pırıl ,

Önümüze çıktı bir gündüz, bir gece

Korku değil haşa

Bir büyük düşünce. ( F.Hüsnü DAĞLARCA)

Örnek-2

Kalktı göç eyledi Avşar elleri,

Ağır ağır giden eller bizimdir.

Arap atlar yakın eder ırağı,

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız Kirmani,

Taşı deler mızrağımın temreni.

Hakkımızda devlet etmiş fermanı,

Ferman padişahın, dağlar bizimdir.

Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur,

Öter tüfek davlumbazlar vurulur.

Nice koç yiğitler yere serilir,

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. (Dadaloğlu)

4.   Didaktik Şiir:

 Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu gruba girer.

Örnek-1

KARGA İLE TİLKİ

Bir dala konmuştu karga cenapları;

Ağzında bir parça peynir vardı

Sayın tilki kokuyu almış olmalı;

Ona nağme yapmaya başladı

“Ooooo! Karga cenapları, merhaba!

Ne kadar güzelsiniz; ne kadar şirinsiniz

Gözüm kör olsun yalanım varsa

Tüyleriniz gibiyse sesiniz

Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın.”

 Keyfinden aklı başından gitti bay karganın;

Göstermek için güzel sesini

Açınca ağzını düşürdü nevâlesini.

Tilki kapıp onu dedi ki: “Efendiciğim,

Size küçük bir ders vereceğim;

Alıklar olmasa iş kalmaz açık gözlere;

Böyle bir ders de değer sanırım bir peynire”

Karga şaşkın, mahcup biraz da geç ama

Yemin etti gayrı faka basmayacağına. (Çev: Orhan Veli)

Örnek-2

Şunlar ki çoktur malları

Gör nice oldu halleri

Sonucu bir gömlek imiş

Anında yoktur yenleri ( Yunus EMRE )

5.      Satirik Şiir

Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğru olur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir.

Allah’a sığın şahs-i halimin gazabından

Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir

Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm

Şirin dahi kasdetmesi cana gülerektir (Ziya Paşa)

6. Dramatik Şiir

Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün ( 19. yy. ) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır. Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve komedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç kere çıkmıştır.

TITANIA -Kibar ölümlü, şarkını bir daha söyle.

   Kulaklarım vuruldu o tatlı sesine;

   Gözlerim esir oldu görünüşüne;

   Aklının ve bedeninin çekiciliği heyecana getirdi beni,

   İlk bakışta tutuldum sana, inan seviyorum seni. ( Shakespeare- Bir Yaz Gecesi Rüyası)